ARAPÇA ÖĞRETİM YÖNTEM VE TEKNİKLERİ


ARAPÇA ÖĞRETİM YÖNTEM VE  
TEKNİKLERİ
  
İÇİNDEKİLER



ÖNSÖZ

Bilginin egemen güç olduğu ve her dört yılda var olan bilginin ikiye katlanarak büyüdüğü bir çağda yaşıyoruz. Neredeyse bir yıl önce muteber ve yaygın olarak kullanılan yabancı dil öğretim yöntem ve tekniklerini bir sonraki yılın ihtiyaçlarını karşılamasını beklemek anlamsız hale gelmiştir. Yöntem ve tekniklerin bu baş döndürücü gelişim hızına rağmen, yöntem veya teknik olma özelliğinden tamamen mahrum hatta doğru bir adı dahi konulamayan geleneksel yollarla Arapça öğretim ve öğrenimini sürdürmeye çalışmak çağdaş bilimin gereklerine pek de uygun olmasa gerektir.
Günümüzde bilgi her yere ışınlanmakta, kıtalar ötesi kütüphanedeki kitaplara, en yeni gelişen bilgilere saniyeler içinde ulaşılabilmektedir. Ancak bilgiye ulaşmanın kolaylığı, bilgi keşmekeşliği problemini de beraberinde getirmektedir. Artık öncelikli problem, karmaşık yanıltıcı bilgi yığınları arasından doğru ve uygun olan bilginin seçimidir. Bir sonraki aşama ise duruma en uygun seçilen bilgilerin, doğru edinim stratejilerinin bilinmesidir. Hep güncel kalan bu problemin çözümü için öğrencinin eğitilerek kendi öğreniminde aktif rol almasını sağlama ve yaşayarak bilgileri beceriye dönüştürmesi gerekmektedir.
Elinizdeki “Arapça Öğretim-Öğrenim Yöntem ve Teknikleri” kitabı, öğretmene Arapça öğretimine en uygun güncel yöntem ve teknikleri seçebilme, öğrenciye de kendi öğrenimini en aktif şekilde düzenleme fırsatı sağlama gayesiyle hazırlanmıştır. Kitapta Arapça öğretim ve öğrenim yöntem ve teknikleri, öğretmen-öğrenci, üstünlük ve sınırlılık gibi işlevsel özellikleriyle ele alınmıştır. Arap toplumunun sosyal hayat dokusunu oluşturan Arapça, hayatla bağlantılı öğretilirse başarılı olur. Bunun için yetersiz kalan sınıf içi öğretimi, sosyal hayata taşıma yolları bulunmaya çalışılmıştır.
                                                              Prof. Dr. Candemir DOĞAN

I. BÖLÜM

GİRİŞ

1. Arapça Öğretim Tarihi

Araplar, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren güzel sanat aracı olan dil ve edebiyat alanına aşırı yoğunlaşmaya başladılar. Cahiliye Çağı olarak bilinen İslam öncesi bu dönemde, çok kapsamlı, yıl boyu süren panayırlarda yapılan şiir ve hitabe yarışlarıyla edebi dil ürünleri zirveye çıktı. Güzel sanatların edebiyat alanındaki bu gelişimlerden çok gurur duyup övünmeleri ve yarışlarda seçilen “Muallakatü's-Seba” şiir koleksiyonu altın harflerle yazarak Kâbe’nin duvarına asıldı, (Tülücü, 2005; 2). Dünya tarihinde bir eşine daha rastlanmayan edebiyata aşırı ilginin etkisi, sosyal hayata da bir beyit şiirle övülen bir kabilenin savaş kazanmış gibi yüceltilmesi, yerilenin de zafer kaybetmiş gibi yerilmesi şeklinde yansımıştır. Arap edebiyatının gelişimi, bir yandan dilin ses ahenginin güzelliğinin keşfini diğer yandan da anlamın büyüleyici etkisinin ortaya çıkmasını sağladı. Dil kurallarının anlam düzeni, biçim bağlantısı, belağatı ve duyguları etkilemesiyle kendine özgü farklı bir güzellik kazandı.
Arap Yarımadası’nın saf dil ortamında doğan Arapça, gelişme dönemini ve altın çağını orada tamamladı. Şiir, hitabe, eyyâmü’l-arab kıssaları, hikmetli sözler ve atasözleri gibi tüm edebî türlerin üretiminde zirveye çıktı. Siyaseten daha güçlü olan komşuları, edebî gücüne karşı koyamadıkları için Arapça üzerinde pek etkili olamadılar, duygu ve hissiyatı da bozamadılar. Arapçanın zenginliği sebebiyle komşu dillerden yapılan alıntılar da çok sınırlı kalmıştır. Bazı basit alıntılar olmuşsa da bunlar hiçbir zaman genel fikir ve duygu düzeyini etkileyecek düzeye erişememiştir. Arapçanın aldığı ödünçler de araç, gereç, giyecek, yiyecek isimleri gibi basit kelimeler düzeyinde kalmıştır. Zirveye çıkışıyla belâgat ve fesahat dehalarını hayrette bırakan Arapça, tam doruğa çıktığında kendisini vahyin dili olmuş olarak bulmuştur.
Arapça gerçek gücüne İslâm'ın dili olmasıyla ermiştir. Eğer Arapça Kur’an-ı Kerim ile taçlanmasaydı, o da diğer diller gibi sınırlarını aşamaz, Arap olmayan Müslüman milletlerin dili asla olamazdı. Asya, Afrika ve Avrupa'da yapılan fetihler sonrasında pek çok dille karşılaşan Arapça, bölgesel dillerle etkileşimini ne zalim sömürge dili ne de egemen çıkar dili yöntemiyle başardı, aksine cevheri barış ve sevgi olan İslâm ile kazandı. Müslümanların ortak dili olan Arapça, kısa sürede en zengin ilim ve medeniyet dili hâline geldi. Her Müslüman Arapçayı öğrenmek veya öğretmek için gönülden gayretler sarf etti, gelişip yayılması için gönülden çalıştı.
Arapça, tarihin kaydettiği en uzun ve en eski dil öğretim biçimi, metot ve tecrübeleri olan bir dildir. Arapça öğretiminin ilk olarak ne zaman başladığını gösteren yazılı kaynaklar henüz bulunmamakla birlikte, başka milletlerin Arapçayı tanıma ve bilme isteklerinin Cahiliye döneminden itibaren başladığı ileri sürülmektedir. İslamiyet’in yaklaşık iki yüz yıl öncesinde bile Fars ve Rumların Arapçayı öğrendikleri, iyi konuşup kullandıkları bilinse de bunların yabancı dil öğretimi açısından bir inceleme ve araştırma konusu olabilecek değerde bir tecrübe sayılamayacağı açıktır (Doğan, Arapça Öğretim Metot ve Teknikleri, 1998). Bu ilginç öğrenim geçmişi belki doğal dil daldırma, dinleme-konuşma şeklinde öğrenilmiş olabilir. Ancak bu öğrenimin, daha sonraki dönemlerde gelişen düzenli ders yoluyla olmadığı ise açıktır. Çünkü o zamanlar yazının kullanımı pek yaygın olmadığı gibi öğretim de henüz toplumsal bir eğitim karakteri kazanmamıştı. Muhtemelen bireysel öğrenmeler de kültürel veya dinî bir maksattan daha çok ticaret veya diğer zorunlu durumlar ile ilgili olabilir.